İstanbul Büyük Ölçekli Mükellefler Grup Başkanlığı Vergi Müfettişlerinden Ömer Şener, Dünya Gazetesi Serbest Kürsü bölümünde ''Şehir Vergisi, Turizm Payı’na kardeş olabilir mi?'' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Şehir vergisinin turist çeken birçok yabancı destinasyonda uzun yıllardır uygulanmakta olduğunu ancak otele giriş veya çıkışta alınan bu verginin Türkiye'de yasal dayanağı olmadığına dikkat çeken Şener'in kaleme aldığı yazısı şu şekilde:
''Sistem konaklama bedeline ek olarak vergi talep ediyor fakat bu bedeli ödeme safhasında tahsil etmiyor. Biraz araştırma yapınca bu durumun otel aracılığıyla giriş veya çıkışta alınabilen yerel yönetim vergisi olduğunu öğrendim. Sanırım bizdeki uygulama gecikmesi bu konudan da kaynaklanıyor olabilir. Çünkü ülkemizde bu verginin yasal dayanağı yok. Yasa koyucu harekete geçmeden yerel yönetimlerin eli kolu bağlı anlayacağınız. Diğer bir taraftan turizm payına kardeş derken şu eleştirileri duyar gibiyim; “Küçük kardeş uygulamada doğmamışken teoride yeni bir kardeşe gerek var mı?” Fakat bu verginin kabul edilebilirlik sırası ülkemize geldi diye düşünüyorum.
Şehir vergisi üzerinde aşağıda sıralanan şekilde birçok tartışma konusu oluşturulabilir;
1-Bu verginin adı ne olmalı; yatak-konaklama-şehir-kültür-sürdürülebilir turizm vergisi?
2-Verginin mükellefi sadece yabancı turistler mi olmalı yoksa yerli turistte bu kapsama dahil edilmeli mi?
3-Hangi bölgelerde uygulanmalı ya da uygulanmaya başlanmalı?
4-Yüzdesel oran olarak mı yoksa sabit bir bedel üzerinden mi alınmalı?
5-Havaalanı girişlerinde mi otel giriş/çıkışlarında mı tahsil edilmeli?
6-Kısa vadede gelir kaybettirebilir olsa da uzun vadede kazandırır mı?
7-Turizm payında olduğu gibi şirketler bu tutarı gider yazabilmeli midir?
İlk olarak bu verginin adı talep esnekliğini azaltmak için sürdürülebilir turizm şeklinde turistlere açıklanabilir. Çünkü yapılan araştırmalar dikkate alındığında turistlerin çevresel hassasiyetler ve sürdürülebilirliğe bakış açılarının arttığı bir süreçte isim, etki hissiyatsızlığı oluşturabilir. Vergi mükellefiyeti açısından dünya örneklerine bakıldığında tabiiyet ayrımı gözetilmeksizin uygulanmaktadır. Ülkemizde de vergi adaleti ve tüketici hassasiyetleri dikkate alındığında örneğin müze girişlerinde olduğu gibi yerli-yabancı ayrımı yapılmaksızın uygulanabilir.''
Deniz-kum-güneş odaklı Akdeniz ve Ege Bölgesi turistlerinin getirilecek olan bu vergiyi ödeme eğilimlerinin düşük olacağını, şehir otelleri için örneğin İstanbul destinasyonu için bu verginin kabul edilebilirliğinin daha yüksek olacağına değinen Şener'in yazısı şöyle devam ediyor:
''Ödeme tutarının belirlenmesinde ise bölgesellikle bağlantılı olarak farklılaştırma yapılabilir. Ödeme eğilimi düşük Akdeniz bölgesi için düşük sabit bir tutar belirlenebilir ya da talep esnekliği düşük İstanbul bölgesi için konaklama bedeli üzerinden belli bir oran belirlenebilir veya kişi başı sabit tutar belirlenip konaklama gün sayısı ile çarpılarak ta tahsil edilebilir.
Tahsilat kısmı önemsiz gibi gözükse de etki-tepkinin sıcak kısmı olma açısından önem arz etmektedir. Çünkü girişte tahsil yerine çıkışta tahsil tatil faydasının elde edilmesinden sonra katlanılabilirliği yükseltebilir. Örneğin: Portekiz bu vergi türünü 2’ye bölerek havaalanında şehir, otel çıkışında ise konaklama adı altında vergileme yapmaktadır. Bu tahsilat şekilleri bizim tahsilat zamanımıza ışık tutabilir.''
Türkiye’nin turizm rekabeti içinde olduğu ülkelerde hatta Yunanistan’da bile bu vergi türünün uygulanmakta olduğunu hatırlatan Şener, vergi rekabeti açısından Yunanistan ile paralel düzenlemelerin yapılabileceğine dikkat çekiyor.
Şirketlerin kriz dönemlerinde sarsıntılardan etkilenmemesi için geçici süreli bu gelir kalemine kısmi yüzdesel gelir istisnası ve yahut gider yazabilme fırsatı oluşturulabileceğine dikkat çeken Şener yazısında ayrıca, Turizm payının mükellefinin turizm üreticileri olduğuna, bir yandan gelir kalemi oluştururken diğer taraftan üreticilerin rekabet gücünün azalabilir olduğu göz önüne alındığında kaybedilebilecek gelirden kaynaklı vergisel kayıp yaşandığına vurgu yaptı.
Şehir vergisinin turist çeken birçok yabancı destinasyonda uzun yıllardır uygulanmakta olduğunu ancak otele giriş veya çıkışta alınan bu verginin Türkiye'de yasal dayanağı olmadığına dikkat çeken Şener'in kaleme aldığı yazısı şu şekilde:
''Sistem konaklama bedeline ek olarak vergi talep ediyor fakat bu bedeli ödeme safhasında tahsil etmiyor. Biraz araştırma yapınca bu durumun otel aracılığıyla giriş veya çıkışta alınabilen yerel yönetim vergisi olduğunu öğrendim. Sanırım bizdeki uygulama gecikmesi bu konudan da kaynaklanıyor olabilir. Çünkü ülkemizde bu verginin yasal dayanağı yok. Yasa koyucu harekete geçmeden yerel yönetimlerin eli kolu bağlı anlayacağınız. Diğer bir taraftan turizm payına kardeş derken şu eleştirileri duyar gibiyim; “Küçük kardeş uygulamada doğmamışken teoride yeni bir kardeşe gerek var mı?” Fakat bu verginin kabul edilebilirlik sırası ülkemize geldi diye düşünüyorum.
Şehir vergisi üzerinde aşağıda sıralanan şekilde birçok tartışma konusu oluşturulabilir;
1-Bu verginin adı ne olmalı; yatak-konaklama-şehir-kültür-sürdürülebilir turizm vergisi?
2-Verginin mükellefi sadece yabancı turistler mi olmalı yoksa yerli turistte bu kapsama dahil edilmeli mi?
3-Hangi bölgelerde uygulanmalı ya da uygulanmaya başlanmalı?
4-Yüzdesel oran olarak mı yoksa sabit bir bedel üzerinden mi alınmalı?
5-Havaalanı girişlerinde mi otel giriş/çıkışlarında mı tahsil edilmeli?
6-Kısa vadede gelir kaybettirebilir olsa da uzun vadede kazandırır mı?
7-Turizm payında olduğu gibi şirketler bu tutarı gider yazabilmeli midir?
İlk olarak bu verginin adı talep esnekliğini azaltmak için sürdürülebilir turizm şeklinde turistlere açıklanabilir. Çünkü yapılan araştırmalar dikkate alındığında turistlerin çevresel hassasiyetler ve sürdürülebilirliğe bakış açılarının arttığı bir süreçte isim, etki hissiyatsızlığı oluşturabilir. Vergi mükellefiyeti açısından dünya örneklerine bakıldığında tabiiyet ayrımı gözetilmeksizin uygulanmaktadır. Ülkemizde de vergi adaleti ve tüketici hassasiyetleri dikkate alındığında örneğin müze girişlerinde olduğu gibi yerli-yabancı ayrımı yapılmaksızın uygulanabilir.''
Deniz-kum-güneş odaklı Akdeniz ve Ege Bölgesi turistlerinin getirilecek olan bu vergiyi ödeme eğilimlerinin düşük olacağını, şehir otelleri için örneğin İstanbul destinasyonu için bu verginin kabul edilebilirliğinin daha yüksek olacağına değinen Şener'in yazısı şöyle devam ediyor:
''Ödeme tutarının belirlenmesinde ise bölgesellikle bağlantılı olarak farklılaştırma yapılabilir. Ödeme eğilimi düşük Akdeniz bölgesi için düşük sabit bir tutar belirlenebilir ya da talep esnekliği düşük İstanbul bölgesi için konaklama bedeli üzerinden belli bir oran belirlenebilir veya kişi başı sabit tutar belirlenip konaklama gün sayısı ile çarpılarak ta tahsil edilebilir.
Tahsilat kısmı önemsiz gibi gözükse de etki-tepkinin sıcak kısmı olma açısından önem arz etmektedir. Çünkü girişte tahsil yerine çıkışta tahsil tatil faydasının elde edilmesinden sonra katlanılabilirliği yükseltebilir. Örneğin: Portekiz bu vergi türünü 2’ye bölerek havaalanında şehir, otel çıkışında ise konaklama adı altında vergileme yapmaktadır. Bu tahsilat şekilleri bizim tahsilat zamanımıza ışık tutabilir.''
Türkiye’nin turizm rekabeti içinde olduğu ülkelerde hatta Yunanistan’da bile bu vergi türünün uygulanmakta olduğunu hatırlatan Şener, vergi rekabeti açısından Yunanistan ile paralel düzenlemelerin yapılabileceğine dikkat çekiyor.
Şirketlerin kriz dönemlerinde sarsıntılardan etkilenmemesi için geçici süreli bu gelir kalemine kısmi yüzdesel gelir istisnası ve yahut gider yazabilme fırsatı oluşturulabileceğine dikkat çeken Şener yazısında ayrıca, Turizm payının mükellefinin turizm üreticileri olduğuna, bir yandan gelir kalemi oluştururken diğer taraftan üreticilerin rekabet gücünün azalabilir olduğu göz önüne alındığında kaybedilebilecek gelirden kaynaklı vergisel kayıp yaşandığına vurgu yaptı.